Subscribe:

Pages

4 Ağustos 2011 Perşembe

DÜNYA HAYATI


Yaşadığımız evrende herşey mükemmel bir uyum içerisindedir. Bilinen yaklaşık 300 milyar galaksi, içlerinde bulunan yaklaşık 300'er milyar yıldızla son derece düzenli şekilde varlıklarını sürdürmektedirler. Öyle ki tüm galaksiler, yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı oldukları sistemlerle birlikte belirli yörüngelerde dönmektedirler. Böyle bir düzenin oluşması, hiçbir şekilde rastlantılarla açıklanamaz.
Üstelik evrendeki hız kavramı, dünya ölçüleriyle karşılaştırıldığında akıl almaz boyutlardadır. Milyonlarca ton ağırlığındaki yıldızlar, gezegenler, galaksiler ve galaksi kümeleri uzay içinde müthiş bir süratle hareket ederler. Üzerinde yaşadığımız Dünya saatte 1670 km. hızla kendi ekseni etrafında, 108.000 km. hızla güneşin etrafında döner. Güneş sisteminin galaksi merkezi etrafındaki dönüş sürati saatte 720.000 km. iken, Samanyolu galaksisinin uzaydaki hızı saatte 950.000 km.dir. Durmaksızın devam eden hareket öylesine yoğundur ki, Dünya ve Güneş Sistemi her sene bir önceki sene bulunduğu yerden 500 milyon kilometre uzakta bulunur.
İşte biz de son derece astronomik hızlarda hareket eden bu gök cisimlerinden birinde yaşamımızı sürdürüyoruz. Üstelik üzerinde bulunduğumuz Dünya tüm evrenle kıyaslanınca son derece küçük ve sıradan kalır.
Bu inanılmaz dengeler, aslında dünya üzerindeki hayatın pamuk ipliğine bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Gök cisimlerinin hareket ettikleri yörüngelerdeki milimetrik değişimler, kaymalar çok önemli sonuçlar doğurabilir. Hatta öyle ki, Dünya üzerinde yaşamak mümkün olmayabilir. Böylesine büyük bir dengeye ve hıza sahip bir sistem içinde, korkunç kazaların oluşması da oldukça mümkün görünmektedir. Ama şu an Dünya üzerinde yaşamın olması, bizim varlığımızı sürdürebilmemiz gösteriyor ki, böyle kazalar çok ender olmakta ve düzen hiçbir şekilde bozulmadan devam edebilmektedir. İnsan ise dünyanın dönüş hızını dahi hissetmeden, çok kararlı ve güvenli bir sistemin içinde yaşarmışçasına hayatını sürdürür.
İnsanlar bu anlatılanları fazla düşünmezler; düşünmedikleri için de gerçekte ne derece olağanüstü koşullarda hayat sürdürdüklerini fark edemezler. İçinde yaşadığımız evrenin belli bir amaçla var edilmiş olduğunun kendileri için ne kadar önemli olduğunu bilmezler. Bu dünyada neden bulunduklarını, bu kadar hassas dengenin evrende nasıl oluştuğunu merak bile etmeden yaşayabilirler.

İNSANIN ACİZLİĞİ


Allah insanı en mükemmel şekilde yaratmış, onu pek çok üstün özellikler ile donatmıştır. Yaratılmış olan tüm varlıklar içerisinde düşünme, karar verme, akletme, düşündüğü şeyi uygulayabilme, plan kurma, sonuç çıkarma gibi zihinsel fonksiyonlarıyla insanın üstünlüğü tartışmasız bir gerçektir.
Peki hiç düşündünüz mü, tüm bu üstünlüklerin aksine insan neden son derece korunmaya muhtaç bir bedene sahiptir? Neden ancak mikroskopla görülebilecek kadar küçük bakteriler, virüsler bu bedene zarar verebilmektedir? Neden insan yaşamı boyunca sürekli bedenini temizlemek, ona bakım yapmak zorundadır? Ve neden insan bedeni zaman ilerledikçe yıpranmakta, yaşlanmaktadır?
İnsanlar bunları çok "doğal" şeyler sanırlar, oysa bu sayılanların her biri belirli bir amaca göre özellikle yaratılmıştır. İnsanın acizliğine ait her detay Allah tarafından özel olarak var edilmiştir. Nisa Suresi'nin 28. ayetinde bu gerçeğe şöyle dikkat çekilir: "...İnsan zayıf olarak yaratılmıştır". İnsan zayıf olarak yaratılmıştır ki, bir kul olarak Yaratıcı'sına karşı olan acizliğini anlayabilsin ve dünyanın geçici bir mekan olduğunu fark edebilsin.
İnsan ne zaman nerede doğacağını, hangi vakitte, ne şekilde öleceğini belirleyemez. Dahası, yaşadığı hayattan ne kadar memnun olursa olsun, o hayatı olumsuz yönde etkileyecek unsurlar üzerinde hiçbir kontrol mekanizmasına sahip değildir.

DÜNYA HAYATININ ALDATAN SÜSLERİ


İnsanların yaşamları boyunca ulaşmak ve sahip olmak için çaba harcadıkları birkaç hedef vardır. Zenginlik, mal, itibar, eş, çocuk gibi maddi ve manevi değerler, her insan için dünya hayatının değişmez süsleridir. Yapılan tüm planlar, gösterilen çabalar, uğraşlar bu değerlere sahip olmak içindir. Tüm bunların hepsinin gelip geçici olduğunu, dünya üstündeki herşeyin değer kaybettiğini, eskidiğini, yok olduğunu bildikleri halde, insanlar kendilerini bunlara şiddetle bağlanmaktan alıkoyamazlar. Malın eskiyeceğini, toprakların hep aynı berekete sahip olamayacağını, o çok değer verdikleri eşlerinin bir gün yaşlanıp güzelliğini kaybedeceğini ve en önemlisi de her insanın tüm sahip olduklarını bir gün bırakmak zorunda kalıp dünyadan ayrılacağını bilmelerine rağmen bu bağlılığı sürdürmeye devam ederler.
Böyle yaşayan insanlar öldükten sonra bütün ömürlerini sadece bir şeyi "elde etme" üzerine harcadıklarını, dünyanın etkileyici ve kendilerini büyüleyen süslerine aldandıklarını, ölümlü olan herşeye hak ettiğinden fazla değer verdiklerini anlayacaklardır. Ve dünyada yapmaları gerekenin ise yalnızca, sahip olduklarını zannettikleri, ama aslında hiçbir şekilde hak iddia edemeceyecekleri herşeyin tek sahibi olan Allah'a kulluk etmek olduğunu göreceklerdir.
İnsanların içlerinde yaşadıkları bu "tutkulu bağlılık" Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)

AFETLER


Üzerinde yaşadığımız dünya, biz hiç farkında olmasak da, içerden ve dışardan pek çok tehdit unsuruyla doludur. Göktaşları, karadelikler, kuyruklu yıldızlar, dıştaki tehdit unsurlarının sadece bir bölümüdür. Diğer yandan, dünyanın derinliklerine doğru inildikçe binlerce derece sıcaklıktaki sıvı tabakaya rastlanır. Öyle ki dünyayı "ayağımızın altında içi kaynayan bir küre" olarak tanımlamak hiç de yanlış olmaz. Bunların dışında dünyayı çepeçevre kuşatan koruyucu bir atmosfer vardır. Ancak atmosferin koruyuculuğunun yanında bir de son derece kuvvetli etkileri olan atmosfer olayları mevcuttur; rüzgarlar, fırtınalar, tayfunlar…
Tüm bu tehdit unsurları zaman zaman etkili olmakta; bunların sonucunda da can ve mal kaybıyla sonuçlanan ve doğal afetler olarak adlandırılan olaylar gerçekleşmektedir. Başta depremler olmak üzere, volkan patlamaları, seller, dev dalgalar, hortumlar, fırtınalar, büyük yangınlar birbirlerinden farklı şiddet ve etkilere sahiptirler. Ortak yönleri ise oldukça kısa bir zaman içinde bir şehri, orada yaşayan insanları ve diğer tüm canlıları yok edebilmeleri ve büyük hasarlara yol açabilmeleridir. En önemlisi de insanların bu zararları engellemeye kesinlikle güç yetirememeleridir.
Bu felaketlerin tümü, insanların çok iyi bildikleri ama karşılaşmadıkları sürece akıllarına getirmek istemedikleri gerçeklerdir. Dünya üzerindeki yaşam öyle uygun dengeler üzerine ayarlanmıştır ki, bu tarz olaylar çok büyük alanlarda etkili olmaz. İnsanlar da dahil olmak üzere tüm canlılar için adeta özel bir koruma mevcuttur.

GEÇMİŞ UYGARLIKLAR


Allah insanları özel bir sınama yeri olarak var ettiği dünyaya yerleştirmiş ve tarih boyunca onları uyarıp korkutmak, doğru yola davet etmek için elçilerini hak kitaplarla göndermiştir. Bugün de Allah'tan gelmiş ve inananlar için bir hidayet rehberi olan hak kitap elimizdedir. Doğruyu yanlıştan ayıran, geçmişte inkar eden kavimlerin başlarına gelenlerle bizi uyarıp korkutan bu kitap, Kuran'dır.
Allah Kuran'da, tarih boyunca yaşamış tüm kavimlere doğru yolu gösterdiğini ve onlara elçileri vasıtasıyla dünyanın geçiciliğini, gerçek yurdun ahiret olduğunu hatırlattığını bildirmiştir. Ancak yine Kuran'dan öğrendiğimize göre, insanların çoğu inkarda diretmişler ve elçilerin davetine icabet etmemişlerdir. Bunun üzerine de Allah onları hiç beklemedikleri şekilde azapla yakalamış ve bir kısmını da tamamen yeryüzünden silmiştir. Kuran'da şöyle denir:
Ad'ı, Semud'u, Ress halkını ve bunlar arasında birçok nesilleri (yok ettik). Biz (onlardan) her birine örnekler verdik ve her birini darmadağın edip mahvettik. Andolsun, onlar, üstüne felaket yağmuru yağdırılmış bulunan o ülkeye uğramışlardır; yine de onu görmüyorlar mıydı? Hayır, onlar dirilmeyi ummuyorlardı. (Furkan Suresi, 38-40)

GERÇEK YURT: AHİRET


Pek çok insan, dünya üzerinde eksiksiz ve mükemmel bir yaşamın kurulabileceğini sanır. Gerekli maddi imkanlar elde edildiğinde, bu dünyadaki yaşamın insanı tam olarak tatmin edebileceğini ve mutlu kılabileceğini düşünür. En yaygın kanaate göre insan, maddi bir zenginlik, "mutlu bir yuva" ve diğer insanlar gözünde saygınlık (statü) elde ettiğinde, kusursuz bir hayat kurmuş olur.
Oysa Allah, Kuran'da bizlere bu tür bir bakış açısı vermez. Aksine, Kuran'da bildirildiğine göre, dünya üzerinde sürdürdüğümüz yaşam, asla eksiksiz, mükemmel ve sorunsuz olamaz. Çünkü, özellikle böyle olamayacak şekilde tasarlanmıştır.
"Dünya" kelimesinin kökeni bu konuda çok önemli bir anlam içerir. Kelime, Arapça'daki "deniy" sıfatından türemiştir. "Deniy" ise, alçak, düşük, basit, değersiz gibi anlamlara gelmektedir. Bu durumda "dünya" kelimesi de, bu sıfatları içeren bir mekan anlamını taşır.
Nitekim, dünya hayatının değersizliği ve önemsizliği Kuran'da sık sık vurgulanır. Dünya hayatını güzel kıldığı düşünülen tüm faktörler—zenginlik, iş hayatı, evlilik, çocuklar, başarı vs.—Kuran'a göre aslında geçici ve aldatıcı birer metadan başka birşey değildirler:

UYARI!!
Okuyacağınız bu bölüm, hayatın ÇOK ÖNEMLİ bir sırrını içermektedir. Maddesel dünyaya bakış açınızı kökten değiştirecek olan bu konuyu, çok dikkatli bir biçimde ve sindirerek kumalısınız.Burada anlatılacak olanlar yalnızca bir bakış açısı, farklı bir yaklaşım veya herhangi bir felsefi düşünce değil; dine inanan-inanmayan herkesin kabul edeceği, bugün bilimin de kanıtladığıkesin bir gerçektir.


MADDENİN ARDINDAKİ SIR
Akıl ve vicdan yoluyla çevresini izleyen kişi fark eder ki, evrendeki canlı-cansız herşey yaratılmıştır. Peki tüm bunlar kim tarafından yaratılmıştır?
Açıktır ki, evrenin her noktasında kendini belli eden "yaratılmışlık", evrenin kendisinin bir ürünü olamaz. Örneğin bir böcek kendi kendisini var etmemiştir. Güneş Sistemi, bitkiler, insanlar, bakteriler, alyuvarlar, kelebekler kendi kendilerini yaratmamışlardır. Tüm bunların "tesadüfen" oluşmaları gibi bir ihtimal de söz konusu değildir.
Dolayısıyla şu sonuca varabiliriz: Gözümüzle gördüğümüz herşey yaratılmıştır... Ancak gözümüzle gördüğümüz şeylerin hiçbiri "Yaratıcı" değildir. O halde, Yaratıcı, gözümüzle gördüğümüz herşeyden başka ve üstün bir varlıktır. Kendisi görünmeyen, fakat yarattığı herşeyin Kendisi'nin varlığını ve vasıflarını gösterdiği üstün bir güçtür.
İşte Allah'ın varlığını tanımayanların saptığı nokta da buradadır. Bu kişiler, Allah'ı gözleriyle görmedikleri sürece, O'nun varlığına iman etmemeye şartlandırmışlardır kendilerini. Ancak bu durumda, evrenin her yerinde apaçık görünen "yaratılmışlık" gerçeğini gizlemek, evrenin ve canlıların yaratılmamış olduğunu iddia etmek zorunda kalırlar. Bunu yapmak için yalanlara başvururlar. Evrim teorisi bu konuda başvurulan yalanların, sonuçsuz çırpınışların en belirgin örneğidir.
İnkar edenlerin temel yanılgısı, aslında Allah'ın varlığını inkar etmeyen, ancak çarpık bir Allah inancına sahip olan pek çok kişi tarafından da paylaşılır. Toplumun çoğunluğunu oluşturan bu kişiler, yaratılışı reddetmezler, ancak Allah'ın "nerede" olduğuna dair ilginç batıl inançları vardır: Çoğu, Allah'ın yalnızca "gökte" olduğunu sanır. Bilinçaltlarındaki batıl düşünceye göre, Allah çok uzaklardaki bir gezegenin arkasındadır ve çok nadiren "dünya işlerine" müdahale eder. Ya da hiç etmez; evreni yaratmış ve bırakmıştır, insanlar kendi kaderlerini çizerler...
Kimileri de Kuran'ın Allah'ın "her yerde" olduğuna dair haberini duymuştur, fakat bunun anlamını tam olarak çözemezler. Bilinçaltlarındaki batıl düşünce, Allah'ın radyo dalgaları ya da görünmez, hissedilmez bir gaz gibi (Allah'ı tenzih ederiz) maddeleri çevrelediği şeklindedir.
Oysa bu düşünce ve baştan beri saydığımız, Allah'ın "nerede" olduğunu bir türlü çözemeyen (belki de bu yüzden O'nu inkar eden) düşünceler, ortak bir yanlışa dayanmaktadırlar: Hiçbir temeli olmayan bir ön yargıyı benimsemekte, ondan sonra da Allah ile ilgili olarak zanlara kapılmaktadırlar.