Subscribe:

Pages

4 Ağustos 2011 Perşembe

DÜNYA HAYATI


Yaşadığımız evrende herşey mükemmel bir uyum içerisindedir. Bilinen yaklaşık 300 milyar galaksi, içlerinde bulunan yaklaşık 300'er milyar yıldızla son derece düzenli şekilde varlıklarını sürdürmektedirler. Öyle ki tüm galaksiler, yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı oldukları sistemlerle birlikte belirli yörüngelerde dönmektedirler. Böyle bir düzenin oluşması, hiçbir şekilde rastlantılarla açıklanamaz.
Üstelik evrendeki hız kavramı, dünya ölçüleriyle karşılaştırıldığında akıl almaz boyutlardadır. Milyonlarca ton ağırlığındaki yıldızlar, gezegenler, galaksiler ve galaksi kümeleri uzay içinde müthiş bir süratle hareket ederler. Üzerinde yaşadığımız Dünya saatte 1670 km. hızla kendi ekseni etrafında, 108.000 km. hızla güneşin etrafında döner. Güneş sisteminin galaksi merkezi etrafındaki dönüş sürati saatte 720.000 km. iken, Samanyolu galaksisinin uzaydaki hızı saatte 950.000 km.dir. Durmaksızın devam eden hareket öylesine yoğundur ki, Dünya ve Güneş Sistemi her sene bir önceki sene bulunduğu yerden 500 milyon kilometre uzakta bulunur.
İşte biz de son derece astronomik hızlarda hareket eden bu gök cisimlerinden birinde yaşamımızı sürdürüyoruz. Üstelik üzerinde bulunduğumuz Dünya tüm evrenle kıyaslanınca son derece küçük ve sıradan kalır.
Bu inanılmaz dengeler, aslında dünya üzerindeki hayatın pamuk ipliğine bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Gök cisimlerinin hareket ettikleri yörüngelerdeki milimetrik değişimler, kaymalar çok önemli sonuçlar doğurabilir. Hatta öyle ki, Dünya üzerinde yaşamak mümkün olmayabilir. Böylesine büyük bir dengeye ve hıza sahip bir sistem içinde, korkunç kazaların oluşması da oldukça mümkün görünmektedir. Ama şu an Dünya üzerinde yaşamın olması, bizim varlığımızı sürdürebilmemiz gösteriyor ki, böyle kazalar çok ender olmakta ve düzen hiçbir şekilde bozulmadan devam edebilmektedir. İnsan ise dünyanın dönüş hızını dahi hissetmeden, çok kararlı ve güvenli bir sistemin içinde yaşarmışçasına hayatını sürdürür.
İnsanlar bu anlatılanları fazla düşünmezler; düşünmedikleri için de gerçekte ne derece olağanüstü koşullarda hayat sürdürdüklerini fark edemezler. İçinde yaşadığımız evrenin belli bir amaçla var edilmiş olduğunun kendileri için ne kadar önemli olduğunu bilmezler. Bu dünyada neden bulunduklarını, bu kadar hassas dengenin evrende nasıl oluştuğunu merak bile etmeden yaşayabilirler.

Halbuki insanı insan yapan en temel özellik düşünme yeteneğinin ve düşündüklerinden sonuç çıkarabilecek bir aklının olmasıdır. İnsan neden yaşadığını, dünyanın ne amaçla yaratıldığını, evrendeki dengelerin kim tarafından kurulduğunu düşünmeden gerçeklere ulaşamaz.
Tüm bu anlatılanları düşünüp kavrayabilen kişinin karşısına ise açık bir gerçek çıkar: İçinde yaşadığımız evren tüm hassas dengeleriyle üstün akıl sahibi bir Yaratıcı tarafından var edilmiştir. Evrenin içinde son derece küçük bir yer kaplayan Dünya ise tüm küçüklüğüne rağmen büyük amaçlarla yaratılmıştır. İnsanların yaşantıları içinde hiçbir şey başıboş bırakılmış değildir. Kainattaki her noktada büyük bir güç ve akıl gösterisi sunan Yaratıcı, insanı da kendi başına bırakmamış, dünyaya belli amaçlar için göndermiştir.
Allah insanların yeryüzünde bulunuş amaçlarını da, Peygamberine vahyettiği Kitap'ta bildirmiştir.
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)
Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. (İnsan Suresi, 2)
Allah yeryüzü üzerinde hiçbir şeyin amaçsız olmadığını da yine Kuran'la bize haber vermiştir:
Biz, bir 'oyun ve oyalanma konusu' olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık. Eğer bir 'oyun ve oyalanma' edinmek isteseydik, bunu, kendi katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık, böyle yapardık. (Enbiya Suresi, 16-17)
DÜNYANIN SIRRI
Allah dünya hayatını, insanlardan hangilerinin daha güzel davranışlarda bulunacağını, kimlerin sadakat gösterip, Kendisi'ne bağlı kalacağını denemek için yaratmıştır. Başka bir deyişle dünya, Allah'tan korkup sakınanlarla, O'na nankörlük edenleri ayırt etmek için hazırlanmış bir imtihan yeridir. Bu imtihan yerinde güzelliklerle çirkinlikler, iyiliklerle kötülükler, eksikliklerle mükemmellikler biraraya konmuş ve kusursuz bir imtihan sistemi kurulmuştur. İnsanlar, imanlarının ortaya çıkması için türlü şekillerde denenmektedirler. Sonuçta da Allah'ı hakkıyla tanıyıp, takdir edebilenler inkarcılardan ayrılacak ve kurtuluşa ereceklerdir. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
İnsanlar, (sadece) "İman ettik" diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir. (Ankebut Suresi, 2-3)

İnsanlar kendi hayatlarını diğer insanlardan farklı görür, dünyada farklı bir konuma sahip olduklarını zannederler. Oysa küçük-büyük, zengin-fakir, güçlü-güçsüz her insan, sınırsız büyüklükteki evrende bulunan yüzmilyarlarca gezengenden birinde tanımlanamayacak kadar küçük bir yere sahiptir. İçinde yaşadığı dünyaya uzaktan baktığında kendini en büyük, en güçlü zanneden insan bile, bir nokta kadar dahi yer kaplamadığını fark eder.


Yukarıdaki resimde Dünya'nın Güneş Sistemi, Güneş Sisteminin Samanyolu Galaksisi ve galaksimizin uzay içindeki yerleri görülüyor.
Bu imtihanın sırrını anlayabilmek için öncelikle evrene tamamen hakim olan Yaratıcı'yı çok iyi tanıyabilmek gerekir. O, gökleri, yeri ve bu ikisi arasındaki herşeyi yoktan var eden, her varlığın Kendisine muhtaç olduğu, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan ve bütün eksikliklerden uzak olan Allah'tır. İnsanı da yoktan var etmiş, ona sayısız özellikler ve nimetler vermiştir. Hiçbir insan işitmeyi, görmeyi, yürümeyi, sinir ve kas sistemlerini düzenli olarak çalıştırabilmeyi, solunum sistemi oluşturup nefes almayı ve bunun gibi yaşam için şart olan sayısız özelliklerini kendi başına elde etmemiştir. Daha insan bunları idrakten bile yoksunken Allah tarafından bu sistemler vücuduna yerleştirilmiştir.
Tüm bu nimetlerin karşılığında insanlardan istediği ise, Kendisine kulluk etmeleridir. Fakat insanların büyük bölümü ayetin ifadesiyle "zalim ve nankör" bir karakter göstererek Rablerine şükretmeyi, O'na boyun eğmeyi ve itaat etmeyi unuturlar, O'nun koyduğu sınırları çiğnerler. Kendilerinin büyük bir güce sahip olduklarını, bu dünyadan çok uzun bir süre ayrılmayacaklarını düşünürler.
Bu yüzden de tüm amaçları dünyayı yaşamaya yöneliktir. Ölümü unutur, ölümden sonraki yaşantıları için hiçbir hazırlık yapmazlar. En büyük amaçları, imkanları elverdiğince kendilerine iyi bir yaşantı sağlamak, burada geçirdikleri her anı kendilerince en iyi şekilde değerlendirmektir. İnsanların dünyaya olan bu bağlılıklarını Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:
Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyay)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar. (İnsan Suresi, 27)
Allah'ı unutmuş olan inkarcılar yaşamları boyunca böyle bir çaba içindedirler, ama ayette ifade edildiği gibi bu dünyanın önemli bir sırrı vardır; dünya hayatı çarçabuk geçmektedir. Dünyaya bağlananların unuttukları, düşünmeye yanaşmadıkları, hatırlatıldığında kaçtıkları bir konudur bu. Ancak ne kadar kaçmaya çalışsalar da hiç değişmeyecek bir gerçektir.
Bunu anlayabilmek için bir örnek üzerinde düşünebiliriz.
BİRKAÇ SANİYE Mİ, BİRKAÇ SAAT Mİ?
Bir tatil anı düşünün: Sonunda, iki saat süren yolculuğun ardından uzun süredir planladığınız tatile çıkmayı başardınız ve seçtiğiniz tatil köyüne vardınız. Tatil köyü çok kalabalıktı, sizin gibi tatile çıkan yüzlerce kişi vardı etrafta. Resepsiyonda tanıdık yüzlerle karşılaştınız ve hepsiyle selamlaştınız. Daha fazla vakit kaybetmeden deniz kıyısına inmek için acele etmeye başladınız. Hemen üstünüzü değiştirerek kumsala indiniz. Karşınızda harika bir deniz ve kumsal duruyordu. Hava ise gerçekten insanı bunaltacak kadar sıcaktı. Ve sonunda denize girip yüzmeye başladınız. Fakat yüzerken bir ses duydunuz: "Uyan! Saat 8 oldu!"
Bir anda duyduğunuz bu sese hiçbir anlam veremezsiniz. Duyduğunuz sesle bulunduğunuz ortam arasında bağlantı kurmaya çalışırsınız, fakat ilk anda başaramazsınız. Sonunda yavaş yavaş gözlerinizi açıp uyanırsınız. Gözleriniz bulunduğunuz odaya alışıp da şuurunuz yerine geldiğinde rüya gördüğünüzü fark edersiniz. Gerçekten de çok şaşırırsınız. "Herşey o kadar gerçekti ki, saatlerce yolculuk yaptım, masmavi denizi gördüm, çevremde bir sürü tanıdık insanla karşılaştım, hatta şu an kış olmasına rağmen o müthiş sıcağı bile hissettim" diye tüm samimiyetinizle şaşkınlığınızı ifade edersiniz.
Rüyanızda çok uzun bir vaktin geçmiş olduğunu sanmanıza rağmen tüm rüya yalnızca birkaç saniye sürmüştür. Ne kadar aksini ispat etmek isteseniz de bunun yalnızca birkaç saniyelik bir rüya olduğunu kabul etmek durumunda kalırsınız.
İşte çok kısa süren dünya hayatını tüketip de ahirete giden inkarcıların şaşkınlığı da aynı bu şekilde olacaktır. Çok uzun süreceğini zannettikleri dünya hayatı onları aldatmıştır. Öyle ki kimi bin yıl, kimi bin yıldan da fazla hayatlarını sürdürebilecekleri gibi bir hisse kapılmışlardır. Oysa ölümlerinin ardından diriltildiklerinde, dünyada aslında çok az bir süre kaldıklarını anlayacaklardır. Bu durum Kuran'da şöyle anlatılır:
Dedi ki: " Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız? "
Dedi ki: " Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor."
Dedi ki: " Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz" (Müminun Suresi, 112-114)
10 yıl yaşamış bir insan da 100 yıl yaşamış bir insan da yukarıdaki ayetlerde ifade edildiği gibi dünyada en fazla bir gün kadar ömür sürdüğünü eninde sonunda fark edecektir. Tıpkı rüyadan uyanan ve çok uzun bir tatil geçirdiğini zannederken yalnızca birkaç saniyenin geçtiğini farkeden insan gibi... Hatta yaşadığı ömür ona öyle kısa gelecektir ki, aşağıdaki ayette bildirildiği gibi büyük hırslarla geçirdiği ve yıllarca süren hayatının yalnızca bir saat içine sığdığına yemin dahi edecektir:
Kıyamet saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkarlar, tek bir saatin dışında (dünya hayatı) yaşamadıklarına and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı. (Rum Suresi, 55)
Herkesin kesin olarak bildiği gibi dünyadaki yaşam süresi sınırlıdır. Bir kaç saat, bir gün, bir yıl, 30 yıl ya da 70 yıl... Ve herkes şunu da kesin olarak bilir ki sınırlı olan herşey eninde sonunda bitecektir. Bir insan 80 yıl da yaşasa, 100 yıl da yaşasa her geçen gün kaçınılmaz olan sona doğru ilerler. Bunun örneklerini istisnasız herkes kendi hayatında görmüştür. Düşünün ki, uzun vadeli olarak yaptığınız her planla eninde sonunda karşılaşmışsınızdır. Şu anda geriye dönüp baktığınızda söyleyeceğiniz ilk söz "ne kadar çabuk geçti!" olacaktır.
Örneğin liseye başlayan bir genci düşünün. Birinci sınıftayken liseyi bitirmesinin çok uzun süreceğini, bu sürenin bir türlü sona ermeyeceğini düşünür. Ancak bir gün kendini liseyi ve hatta üniversiteyi bitirmiş bulur ve birinci sınıftayken neler düşündüğünü dahi hatırlamaz. Aklında başka planlar vardır. Belki de birkaç ay sonra yapacağı evliliği planlıyordur ve o günün bir türlü gelmeyeceği kanaatindedir. Ama o gün de gelir ve ondan sonra planını yaptığı başka günler de. Hatta zaman o kadar hızlı geçer ki kişi bir anda kendini evlenmiş, çocukları ve torunları olmuş yaşlı bir insan olarak bulur. Artık dünya hayatı için belirlenen süre dolmak üzeredir. O büyük güne belki birkaç yıl, belki bir kaç hafta, hatta belki de birkaç dakika kalmıştır...
Oysa dünyanın geçici bir yurt olduğu ve asıl yurdun ahiret olacağı Allah tarafından tarihin başından bu yana insanlara açıklanmıştır. Ahirette sonsuza kadar devam edecek olan cennet ve cehennem hayatının tüm detayları Allah'ın vahyiyle tarif edilmiştir. Buna rağmen insan çok kısa süren bu hayata yönelir ve nefsine fayda sağlamaya çalışır. Halbuki olayları biraz akılcı değerlendirebilen ve gerçekleri düşünen bir insan, dünya hayatının sonsuz hayat yanında ne kadar değersiz olduğunu görüp anlar. Ve ahirette sonsuza kadar sürecek olan hayatını eşşiz nimetlerle dolu cennette geçirmek için çalışır. Bunun tek yolu da ihlasla Allah'a yönelmektir. Kesinlikle gerçekleşecek olan bitişi hiç düşünmeyip, dünya hayatının sonunu görmek istemeyenler ise sonsuz azabı hak etmişlerdir kuşkusuz...
Kuran'da Allah'a kulluktan kaçınan insanların karşılaşacağı bu son şöyle bildirilmiştir:
Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar. Allah'a kavuşmayı yalanlayanlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. Onlar hidayete ermiş (kimseler) değildi. (Yunus Suresi, 45)
Artık sen sabret; Resullerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi. Onlar için de acele etme. Onlar, tehdit edildikleri şeyi (azabı) gördükleri gün, sanki gündüzün yalnızca bir saati kadar yaşamışlardır. (Bu,) Bir tebliğdir. Artık fasık olan bir kavimden başkası yıkıma uğratılır mı? (Ahkaf Suresi, 35)
SONUCA ULAŞTIRMAYAN BİR HIRS
Dünyanın neredeyse bir "göz açıp kapama süresi" kadar çabuk geçtiğinden bahsettik. Ama hırsla dünyaya yönelen insanın gözönünde bulundurması gereken bir başka gerçek daha vardır ki; Allah'a iman etmediği sürece dünyada neye sahip olursa olsun asla gerçek huzuru bulamayacaktır.
İnsan, bilinci yerine geldiği andan itibaren sürekli birşeyler talep etmeye başlar. Öyle ki art arda bu istekler bitip tükenmek bilmez. İnsanın nefsi her an isteme halindedir ve bu isteklerinde de sınır tanımaz. Ama tüm bu sınırsız isteklerine rağmen elindeki imkanlar kısıtlıdır. İstediği herşeye sahip olması mümkün değildir. Ayrıca istediği herşeye sahip olabildiğini farz etsek bile değişen bir durum yoktur. Çünkü dünyanın en zengin insanı da olsa bu zenginlik geçicidir. En fazla yaşayabileceği süre ortalama 70-80 senedir ve bu sürenin sonunda ölümüyle birlikte sahip olduğu herşey elinden gidecektir.
Sınır tanımayan insan, Allah'tan bir karşılık olarak, bir türlü çare bulunamayan bir "tatminsizlik" duygusu içinde yaşar ve yaşamının her anında farklı farklı isteklere kapılır. Bu isteklerini elde etmek için de büyük bir hırsla çalışır, hatta bunlar için olmadık şeyleri göze alır. Çevresinde bulunan insanları hatta ailesini, yakınlarını kırmayı bile göze alabilir. Fakat istediği şeyi elde ettiği an o "sihir" bozulur. Ve müthiş arzuladığı şey her ne olursa olsun önemini yitirir. Sanki onu elde etmek için günlerce, aylarca, yıllarca kendisi uğraşmamıştır. Elde ettiğiyle tatmin olmayan nefis hemen başka bir isteğin peşine düşer, bu sefer hırsla onun peşinden koşmaya başlar; ta ki onu da elde edene kadar...

İnkarcı insanın dünya hayatında mala, mülke kısaca çevresinde gördüğü şeyleri elde etmeye karşı duyduğu bu hırs ölünceye kadar hiç durmaksızın devam eder. Hiçbir zaman elindekilerle yetinip mutlu olamaz. Çünkü istediği şeyleri Allah'ı razı etmek için değil, sadece bencil tutkularını razı etmek için istiyordur. Ve sahip olduğu herşey onun kibirini ve büyüklenmesini arttırmaktadır. Elbette Allah dünya hayatında bu derece azgınlaşıp nefsinin peşisıra sürüklenenlerin huzurlu bir ruh haline sahip olmalarına izin vermez.
Nitekim Kuran'da ancak Allah'a yönelenlerin, O'nu zikredenlerin kalben kurtuluş bulabilecekleri haber verilmiştir:
Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalbler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi, 28)
DÜNYA HAYATINDAKİ ALDANIŞ
Yaşadığımız dünyada insan gözünü hangi yöne çevirse güzelliklerle karşılaşır. Gördüğü şeyleri büyük beğeniyle izler. Kusursuz tasarımdaki insan vücudu, milyonlarca çeşit bitki, tonlarca ağırlıktaki bulutların yer aldığı uçsuz bucaksız gökyüzü ve daha pek çok şey ruha zevk verecek estetik bir görünümle yaratılmıştır. Gördüğü şeyler dışında diğer duyularıyla algıladığı pek çok detay da insana zevk verir. Güzel bir koku, tat, ya da güzel ritimli bir müzik gibi.
Dalından sarkan bir meyve, güzel kokusu ve tadıyla herkesin hoşuna gider. Yine aynı şekilde bir çiçeğin farklı tonlardan oluşan renkleri, üzerindeki desen son derece zevk vericidir. Veya güzel bir insan yüzü herkes tarafından beğeni toplar. Ya da güzel bir ev, son model bir araba dünyada talep gören metalardır. İnsan, yaşamını sürdürürken bunlar gibi daha birçok şeyi beğenip, onları elde etmek ister. Fakat bütün bu sayılanlara bir süre geçtikten sonra dönüp baktığında büyük bir şaşkınlığa düşer. Çünkü bu güzellikler anlamlarını yitirmiş, hatta artık görmek bile istemediği bir hale dönüşmüştür.

Allah'ın Kuran'da bize bildirdiği gibi, dünya üzerindeki her güzellik geçicidir. Bu, "düşünen insanların" baktıkları her yerde görebilecekleri bir gerçektir. Bu sayfadaki resimler de söz konusu gerçeği açıkça yansıtmaktadır. Yeryüzündeki bir mekan ne kadar güzel olursa olsun, aradan birkaç on yıl hatta kimi zaman yalnızca bir mevsim geçtiğinde son derece tanınmaz hale gelebilir.
Örneğin, meyve dalından kopartıldıktan kısa bir süre sonra yavaş yavaş kararmaya başlar, sonra o güzel kokusunu kaybeder. Ardından da çürür ve kötü bir koku yaymaya başlar. İnsan canlı renkleri ve hoş kokusuyla kendisini cezbeden çiçekleri alıp evine getirir ve bir vazoya koyar; ancak aradan bir gün geçmeden çiçeklerin renkleri solar, canlılığı, diriliği kaybolur. 2-3 gün sonra ise tamamen kararmış ve çürümüştür. Dünyanın en güzel yüzüne sahip olduğunu düşündüğü insanı 60 yıl sonra görse onu tanımakta bile zorlanabilir. O güzel insan yaşlanmış, yüzü kırışıklıklar içinde kalmış, saçları bembeyaz olmuştur. Kısaca eski güzelliğinden eser kalmamıştır. Ev yıpranmış, arabanın modeli eskimiş, belirli kısımları ise çoktan paslanmaya yüz tutmuştur. Sonuç olarak dünyada insanın çevresinde gördüğü herşey kısa zamanda bir bozulma eğilimi gösterir.
Bu çoğu insana "doğal bir süreç" gibi gelir. Oysa burada çok derin bir anlam gizlidir. Etrafımızdaki herşey sürekli olarak bozulmaya, eskimeye, çürümeye doğru giderek, bize aslında çok önemli bir mesaj vermektedirler. Bu, dünyanın geçici ve aldatıcı bir hayal olduğu gerçeğidir.
Hepsinden önemlisi dünyadaki tüm hayvanlar, bitkiler, insanlar yani yeryüzündeki bütün canlılar ölümlüdür. İnsanın bu büyük gerçeğin önemini kavrayamamasının nedeni ölen insanların ve hayvanların yerine yenilerinin doğması, doğada her yıl yeni ürünlerin yetişmesidir. Bu gerçeği kavrayamayan insan, ölümlü şeylere hak ettiklerinden fazla değer verir, onlar için pek çok şeyi göze alır. İstediği şeylere "sahip olmak" tutkusu ile yaşar. Oysa herşeyin tek sahibi Allah'tır. O dilediği sürece canlılar var olur, dilediği anda da yok olur, ölürler.
  
Doğada herşey zamanla bozulmaya uğrar. Dünya hayatının gerçeği işte budur.
Allah insanların dünyanın bu aldatıcı yönüne kanmamaları, bu gerçeği düşünmeleri için Kuran'da çeşitli misaller vermiştir:
Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Yunus Suresi, 24)
Ayette bildirildiği gibi dünya üzerinde güzel olan ne varsa bir gün güzelliğini kaybedecek ve hatta yok olacaktır. Ancak bunu bilmek yeterli değildir; bu gerçek, üzerinde derin düşünülmesi gereken bir konudur. Çünkü Allah bu tür örnekleri "düşünen insanlar" için açıkladığını bildirmiştir. İnsan akıl sahibi bir varlık olarak, düşünmek, düşündüklerinden sonuç çıkarmak ve yaşamının amacını bulmakla yükümlüdür. "Düşünmek" ve "akletmek" gibi önemli vasıfları üzerinde taşımayan insanın ise hayvanlardan bir farkı kalmaz. Hayvanlar da doğarlar, büyürler, çoğalırlar, kendilerine göre bir yaşam sürerler. Ama nasıl ve neden yaratıldıklarını, bir gün öleceklerini, öldükten sonra nasıl bir hayatla karşılaşacaklarını düşünmezler. Dünyanın gerçek yüzünü görüp, hakiki amacını kavrayıp anlamaya çalışmazlar.
Elbette hayvanların böyle davranması doğaldır, çünkü onlar "akıl sahibi" olarak yaratılmamışlardır. Yaratıcı'nın varlığını kavrama, yaratılışın gayesini araştırmakla sorumlu tutulmamışlardır.
Ancak insan sorumludur; Rabbini tanımakla, O'nun kendisinden istediklerini öğrenip uygulamakla, gerçek yurdunun dünya olmadığını, dünyanın "göz açıp kapayıncaya kadar" kaybolacak bir hayat olduğunu anlamakla sorumludur. Bu gerçekleri kavrayan insanın tavrı ise, gerçek yurt olan ahirete hazırlık yapmak, yaşamını yalnızca Allah'ı hoşnut edecek yollar arıyarak geçirmek olacaktır.
Aksi takdirde dünyada da ahirette de azapla karşılaşır. Zengin olur, ama mutlu olamaz. Güzel olur, ama güzelliği başına belalar getirir. Ünlü olur, ama bir gün yalnız kalır ve sonunda bir odada tek başına ölür.
DÜNYANIN GEÇİCİLİĞİNE KURAN'DAN ÖRNEKLER
Allah Kuran'da "dünya hayatının geçiciliği" ile ilgili pek çok örneği bize bildirmiştir. Ayetlerde, hem geçmişte yaşamış insanların ve toplumların başlarına gelen olaylar ibret verici birer örnek olarak anlatılmış, hem de dünya hayatının gerçek yüzü insanların zihinlerinde canlandırabilecekleri şekilde örneklendirilmiştir. Kehf Suresi'nde anlatılan iki "bağ sahibi"nin durumu, bu örneklerden biridir:
Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik. İki bağ da yemişlerini vermiş ondan (verim bakımından) hiçbir şeyi noksan bırakmamış ve aralarında bir ırmak fışkırtmıştık. (İkisinden) Birinin başka ürün(veren yer) leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki; 'Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm.' Kendi nefsinin zalimi olarak bağına girdi (ve): 'Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum' dedi. 'Kıyamet saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım.'
Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki: 'Seni topraktan sonra bir damla sudan yaratan sonra da seni düzgün bir adam kılan (Allah)'ı inkar mı ettin?' 'Fakat O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam.' 'Bağına girdiğin zaman 'Maşaallah Allah'tan başka kuvvet yoktur' demen gerekmez miydi? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan.' 'Belki Rabbim senin bağından daha hayırlısını bana verir (seninkinin) üstüne gökten 'yakıp-yıkan bir afet' gönderir de kaygan bir toprak kesiliverir.' 'Veya onun suyu dibe göçüverir de böylelikle onu arayıp bulmaya kesinlikle güç yetiremezsin.'
(Derken) Onun ürünleri (afetlerle) kuşatılıverdi. Artık o uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını (esefle) oğuşturuyordu. O (bağın) çardakları yıkılmış durumdaydı kendisi de şöyle diyordu: 'Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım.' Allah'ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu kendi kendine de yardım edemedi. İşte burada (bu durumda) velayet (yardımcılık dostluk) hak olan Allah'a aittir. O sevap bakımından hayırlı sonuç bakımından hayırlıdır.
Onlara, dünya hayatının örneğini ver; gökten indirdiğimiz suya benzer, onunla yeryüzünün bitkileri birbirine karıştı, böylece rüzgarların savurduğu çalı çırpı oluverdi. Allah, herşeyin üzerinde güç yetirendir. Mal ve çocuklar dünya hayatının çekici süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır. (Kehf Suresi, 32-46)
Bu kıssada insanın dünya hayatındaki gücüne aldanarak böbürlenmesinin ne kadar akılsızca bir tavır olduğu, çünkü Allah'ın o gücü anında yok edebileceği vurgulanmaktadır. Aynı gerçek, bir başka kıssada "bahçe sahipleri" örneği ile anlatılır:
Gerçek şu ki, Biz o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi bunlara da bela verdik. Hani onlar sabah vakti onu (bahçeyi) mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi. (Bu konuda) hiçbir istisna yapmıyorlardı. Fakat onlar uyuyorlarken Rabbin tarafından dolaşıp gelen bir bela onun üstünü sarıp kuşatıverdi. Sonunda (bahçe) kökünden kuruyup kapkara kesildi.
Nihayet sabah vakti birbirlerine seslendiler: "Eğer ürününüzü devşirecekseniz erkence kalkıp çıkın". Derken aralarında fısıldaşarak çıkıp gittiler. "Bugün sakın oraya hiçbir yoksul girip de karşınıza çıkmasın." (Yoksulları) Engellemeye güçleri yetebilirmiş gibi erkenden gittiler. Ama onu görünce: "Muhakkak biz (gideceğimiz yeri) şaşırmışız" dediler. "Hayır biz (herşeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık." (İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: "Ben size dememiş miydim? (Allah'ı) Tesbih edip yüceltmemiz gerekmez miydi?" dediler ki: "Rabbimiz seni tesbih eder yüceltiriz; gerçekten bizler zalimmişiz." Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamaya başladılar. "Yazıklar bize gerçekten bizler azgınmışız" dediler. "Belki Rabbimiz onun yerine daha hayırlısını verir; şüphesiz biz yalnızca Rabbimize rağbet eden kimseleriz." İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise muhakkak çok daha büyüktür; bir bilseler. (Kalem Suresi, 17-33)
Dikkat edilirse, Kuran'da dünya hayatına aldanıp doğru yoldan sapan insanlar olarak anlatılan kişiler, Allah'ın varlığını inkar eden "ateist" kişiler değildir. Allah'ın varlığını bilen ve kabul eden, ancak O'nu anmaktan uzaklaşmış kişilerdir. Hataları, Allah'ın kendilerine nimet olarak verdiği imkanları kendilerinin çok doğal bir hakkıymış gibi görerek, büyük bir kibire kapılmalarıdır. Allah'ı ve O'nun gücünü sadece sözde kabul ederler, ama kalpleri kendi gururları, kibirleri, hırsları ve bencillikleri ile doludur.
Allah Kuran'da, bu gibi insanlara örnek olarak, Hz. Musa'nın kavminin, yani Allah'a inanan bir toplumun içinden çıkmış olan Karun'u örnek verir. Hem Karun, hem de ona özenerek dünya hayatına aldananlar, Allah'a sözde inanan, ama dünyanın büyüsüne aldanarak O'nu unutan kimselerdir:
Gerçek şu ki, Karun, Musa'nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, onun anahtarları birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: "Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez. Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez." Dedi ki, "Bu bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir." Bilmez mi ki gerçekten Allah, kendisinden önceki kuşaklardan kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu günahkarlardan kendi günahları sorulmaz.
Böylelikle kendi ihtişamlı- süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke, Karun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir' dediler. Kendilerine ilim verilenler ise : 'Yazıklar olsun size, Allah'ın sevabı, iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz" dediler. Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o kendi, kendine yardım edebileceklerden de değildi. Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: 'Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten küfre sapanlar felah bulamaz demeğe başladılar. İşte ahiret yurdu, biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyi ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere kılarız. Sonuç da takva sahiplerinindir. Kim bir iyilikle gelirse, artık onun için ondan daha hayırlısı vardır; kim de bir kötülükle gelirse, artık kötülükleri yapanlar, yalnızca yapmakta olduklarıyla karşılık görürler. (Kasas Suresi, 76-84)
Görüldüğü gibi Karun'un hatası, Allah'ın varlığını inkar etmesi değil, kendisini Allah'tan bağımsız, ayrı bir güç gibi görmesi, Allah'ın denemek amacıyla kendisine verdiği güç ve imkanı, kendisinde olan bir üstünlükten dolayı "hak ettiğini" sanmasıdır. Oysa tüm insanlar sadece Allah'ın kullarıdır ve O'nun katında hiçbir şeyi "hak etmiş" olmazlar; insanlara verilen herşey, sadece ve sadece Allah'ın lütfudur. Bunun farkında olan insan, Allah'ın verdiği nimetler karşısında azgınlaşmaz, şımararak sevince kapılmaz; sadece Allah'a şükreder ve bu şükrün sevincini yaşar. Bir insanın tüm dünyada yakalayabileceği en üstün ve en asil sevinç de budur. Karun ve Karun'a özenenler gibi olanlar ise, ancak Allah'tan gelen felaketlerle içine düştükleri yanılgının farkına varırlar. Bu felaketlere bile aldırmayıp aldanışlarını sürdürürlerse, bu durumda varacakları yer Allah'ın ebedi azabıyla dolu cehennem olacaktır. Bir ayette bu gerçek şöyle haber verilir:
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, (eğlence türünden) tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir çoğalma tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) da vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka birşey değildir. (Hadid Suresi, 20)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder